|
Yanıp Kül Olmak |
Acısını hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz. ~ S. R. Smalley ~
|
|
Derler
ki biz izin vermedikçe kimse bize kötü davranamaz ve bizi incitemez.
Bunu teorik olarak söylemek kolaydır, ama ya uygulamak? Konu bu
ifadeyi içselleştirmeye, kendi sınırlarımızın
bir daha bu şekilde aşılmasına izin vermemeye gelince,
bunun ne kadar zor olduğunu anlarız. Ama tüm bu zorluğuna
rağmen kesinlikle imkansız değildir. Elbette
kendimize bir günden diğerine istediğimiz kapsamda bir sınır
çizemeyiz, ama buna dair farkındalığımızı
canlı tutttuğumuz ve bu farkındalığa günlük yaşamımızda
işlevsellik kazandığımız takdirde her gün sınırımızı
bir santim daha genişletebilir ve sınırımızdaki
olası izinsiz giriş bölgelerine bir uyarı alarm sistemi
kurabiliriz. Bunu yapmak kendi bölgemizde yeni hasarlar oluşmasını engeller ve biz sınırlarını her gün yeniden belirlediğimiz alan içerisinde gerçek kendimizi bulmaya çalışırız. Bu kendimizi bulmaya çalışma süreci genellikle mehter yürüyüşü gibidir. İki adım atar, bir adım geri geliriz. Sonuçta ilerleriz ama bazen o geri adımlar bizi umutsuzluğa düşürür ve bu gibi zamanlarda adımlarımızı bir ileri iki geriye çevirmeye meylederiz. Bu meylediş ya yeni bir duruma atım atarken ya da geçmişe doğru bir anı tazeleme yaşarken tetiklenir. Daha doğrusu bu ikisi bir zincirlemeyle yaşatır bunu bize. Her
geçen gün kendimizi biraz daha farketmeye başladığımızda,
geçmişi de daha fazla farketmeye başlarız. Karşımıza
çıkıp bize meydan okuyan her yeni zorlu durum ve ona yaklaşımımız
bize “eski bizi” daha çok farkettirir. Katettiğimiz yolda yaşadığımız
değişim ve dönüşüm sayesinde eski bizle yeni biz arasında
oluşan farkı farkederiz. Geçmişte kendimize nasıl bir
rol biçtiğimizi, kendimizi nasıl bir kurban konumuna soktuğumuzu,
karşımızdakini nasıl manipule ettiğimizi ya da
nasıl manipule edildiğimizi, karşımızdaki ile bir
ittifak içerisinde aslında her iki tarafın da kendi üzerinde
çaba harcayıp çözümlemesi gereken yanlarımızı
bilakis olduğu biçimiyle nasıl beslediğimizi her geçen gün
biraz daha farkederiz. Bunları
farketmek yaşamımızda her zaman olumlu bir adımdır.
Ancak bu her ne kadar olumlu bir adım olsa da ve biz bunu bilsek de,
“o farkettiğimiz anda varolmanın dayanılmaz ağırlığını”
yaşarız. Evet, geçmişte yaşadıklarımıza
bizim kendi yaklaşımlarımız ve davranış kalıplarımız
sebep olmuştur ve biz bunları giderek daha fazla farkettikçe
kendimizi değiştirip dönüştürme yolunda yeni adımlar
atarız, ama her insanoğlu gibi tüm bu hesaplaşmalar ve
vedalaşmalarda bir yandan da kendi şeytanımız bizi dürter.
Şeytanımızı kullanmak için şiddetli bir arzu
duyarız. Hatta belki aynaya baksak boynuzlarımızı ve
elimizdeki çatalı görebiliriz (!). Canımızı yakanın
canını yakmak isteriz. “Evet ben bunların bana yapılmasına
kendim sebep olmuş olabilirim ama sonuçta karşımdaki de
bunları bana yapma potansiyeli olan bir kişiydi, dolayısıyla
o da yaptıklarını farketmeli ve bunun bedelini ödemeli”
deriz. Fakat
ne onun canını yakmak ne de bir bedel ödetmek bize kendimizi
daha iyi hissettirecektir. Evet, canımızı yakanın canını
yakmak isteriz, çünkü aslında bizim canımız hala
yanmaktadır, hem de alev alev. Geçmişte kendimize biçtiğimiz
değeri farkettikçe içimizi bir acı kaplar, kendimize yaşattıklarımıza
üzülürüz. Ama kimi zaman da yaşananlara bağlı olarak
karşımızdakine yaşattıklarımıza, onun
canını acıtmış olmamıza ve harcanan
birlikteliğe üzülmek vardır. Böylesi durumda da şeytanımız
değil, vicdanımızdır bizimle konuşan. Yani işimiz
karanlıkla, karanlığı aydınlığa çıkarmakladır
ve kasvetlidir. Öfke, pişmanlık, utanç ve yas tüm bu duyguların
ağırlığıyla elimize bir silgi alıp geçmişi
silebilmek geçer yüreğimizden. Ancak geriye dönme imkanımız
olmadığı için iki ileri bir geri de olsa ileriye doğru
adım atmaya devam etmekten başka çaremiz, başka çıkışımız
yoktur. Bu duyguları yaşayıp onlarla yanıp kül olmak
ve kendi küllerimizden yeniden doğmak böyle bir şeydir. Bu
yanıp kül olma süreciyle daha kolay baş edebilmek için
kendimize özgü bazı ritüeller geliştirebiliriz. Mesela kendi
içimizi ayıklayıp arındırmayı, günlük yaşamımıza
mekânımızı ayıklayıp arındırmak şeklinde
yansıtabiliriz. Bazı eşyaları, örneğin üzerimize
olmayan ya da giydiğimizde içerisinde kendimizi beğenmediğimiz
giysileri veya yıllardır asla ihtiyaç duymadığımız
halde ısrarla ya lazım olursa diye muhafaza ettiğimiz eşyaları
atabilir, onlarla vedalaşabiliriz. Ardından da bunu başardığımız
için bir kutlama düzenleyebiliriz. Ya da oturup yazabiliriz. Bir “eski
ben” ve bir de “yeni ben” listesi yapabiliriz. Sonra da “eski
ben” için müzik ve mum ışığı eşliğinde
bir cenaze töreni düzenleyebilir, “eski ben”i yakıp küllerini
toprağa ya da denize savurabilir, onu uğurlayabiliriz. Kendimize
özgü olarak belirleyeceğimiz bu ritüeller bizim için eskiye bir
vedadır ve yeniye yönelmemizi kolaylaştırır. Böylelikle
eskiye hoşçakal der, yolumuza koyulur ve
yeniye merhaba deriz. Yolunuzda
yenilerin bol olması dileğiyle yolunuz açık olsun. © Güneş İlhan, 29.03.2013, İstanbul
|
2013-2019, BARIŞ İLHAN YAYINEVİ
Bu sitedeki tüm yazıların yayın hakkı Barış İlhan Yayınevi'ne aittir. İzinsiz hiçbir alıntı yapılamaz ve kopya edilemez.